İnsan
toplumsal bir varlıktır. Doğumundan itibaren insanların birbirlerine
gereksinimi vardır. Çocuğun annesine, gencin ailesine ve arkadaşlarına,
ailenin topluma, ulusların dayanışmaya gereksinimi vardır. Bunu böyle
biliriz de yine de birbirimize adil davranmada her zaman başarılı
olamayız. Her ne kadar insan bir toplumsal varlık olsa da bireysel yaşam
bu bağlamda insanlığın tüm toplumsal ve evrensel ilişkilerin
çerçevesini çizer.
Bir çok özelliklerimiz genlerimizden gelirken, yaşama biçimimizi
çevremizden öğrenerek kazanıyoruz. Öğrendiklerimiz insan
ilişkilerimizdeki tercihlerimizi etkiliyor. Bu gün insanların bu
anlamdaki tercihlerine baktığınızda çoğumuzu şaşırtan farklılıkları
görmek mümkündür. Yaşama biçimini kültürün oluşturduğunu biliyoruz.
Kültür insanın genleriyle aktaramadığı ve yeniden öğrenmek zorunda
olduğu bir süreçtir. Evrensel kültür, tüm kültürlerin paylaştığı ortak
değerlere sahip olduğu gibi “kültür farklılıklarına saygı duymak” gibi
bir başka değeri daha bulunur. Tüm bu değerler, insanın bir toplumsal
varlık olarak olumlu ve barış içinde yaşamasını sağlayabilir.
“Yaşama biçimi”miz çevremizden gelen etkilerle biçimlenmektedir.
Çevremizden gelen bir etkiye önce doğal sonra da bizden öncekiler gibi
tepki vermeye başlarız. İşte bu öğrenme ile doğal davranışlarımız,
toplumsal tepkilere dönüşmeye yönelir. Bu değişimde ilk ve en büyük
etken ailedir. Sonra da yaşamımızdaki önemli kişiler, örneğin:
öğretmenimiz yada antrenörümüz gibi tepki vermeye başlarız. Zamanla
nereden kazandığımızı unuttuğumuz ancak kökeninde ailenin daha sonra
önem verdiğimiz kişilerin ve olayların etkisinde kalarak biz “kendimiz”
oluruz.
Çağdaş bilişim teknolojisi insanın etkilendiği “çevre”yi genişletti.
Artık çocuk ve genç kendisini kolayca “evrensel çevre” içinde
bulabiliyor. Yakın ve uzak çevresi ile olan çelişkileri görüyor,
etkileniyor ve tepkilerinde sorunlar yaşıyor. Genişleyen çevresinin
ortak ve olumlu değerlerini seçmekte güçlükleri var ve danışmanlara
gereksinim artıyor. Öyle ya sınırları ortadan kalkmış bir dünyada her
toplumun kendine özgü doğruları var. Bunlar bazan kutsal sayılan ve
tartışılması bile sorun olan doğrular olabiliyor. Bu durumda insan ya
sadece saygı duymak ya da ret etmek durumunda kalabiliyor.
İnsan yaşamının böylesine yoğun ve çelişkili değerlerle etkilendiği
dünyamızda dengeli bir yaşam biçimi geliştirmek oldukça zor
görünmektedir. Aileler, öğretmenler, toplumun etkin ve saygın kişileri
ortak bir “adil yaşam biçimi” değerlerinde birleşebilir ve daha
yaşanabilir bir dünya kuramazlar mı?
Adil bir yaşama biçimi geliştirilebilir mi?
Toplumların yasalarını incelediğinizde hepsinin kendi insanlarının
adil yaşamlarını korumak için oluşturulduklarını görebiliyoruz. Yer
yüzündeki din kuralları ve öğretilerinin daha adil bir yaşama biçimi
üzerine kurulduğu açık. İnsanları bir arada tutan değerlerin hepsi daha
adil bir paylaşım için. Bütün bunlara rağmen nasıl bu kadar çok adil
yaşama sorunlarımız olabiliyor?
İnsanların kuralları algılama ve benimseme durumlarına göre adil
yaşama kurallarını iki boyutta düşünmek mümkündür. Bunlardan birincisi
toplumun yada bireyin dışında gelişen ve bireyin onu “başkasının kuralı”
olarak gördüğü ve algıladığı kurallar. Bunlara “dış kurallar”
diyebiliriz. İkincisi ise bireyin kendisinin sahip çıktığı “kendi
kuralları”. Bunlara da “iç kurallar” diyebiliriz. Dış kuralları
genellikle başkaları koyduğu için onlara başkalarının uyması gerektiğini
ya da birilerinin kontrol etmesi gerektiği düşünülür. Bu durumda dış
kuralların yürümesi ve adil bir ortamın yaşanması, kuralları denetleyen
denetçinin sorunu olarak görülür. Bekçi varsa kurallar işler yoksa
işlemeyebilir. Hakem yoksa oyun da yok. Çünkü kural hakemin kuralıdır.
Polis yoksa trafik de yok. Çünkü Trafik kuralları trafik polisinin
kuralıdır...
İç kurallar ise bireyin gerçek yaşamını düzenleyen kurallar olarak
nitelendirilebilir. Bireyin arzuları, istekleri, zevkleri bu bireysel
yaşam kurallarını belirler. Eğer bireyler bir oyun kuralını bir trafik
kuralını uygulamaktan zevk alabilir, kuralla yaşamayı bir yaşama biçimi
olarak benimseyebilirse “dış kurallar” “iç kurallar”a dönüşebilir.
Bireyin kendi benimsediği tüm kurallar iç kurallara dönüşür. Bu dönüşüm
nasıl gerçekleşecektir? Ya da insanlar adil yaşama kurallarını nasıl
benimseyebilir ve adil bir dünya kurabilirler? Adil bir yaşama biçimi
oluşturmada insanın bireysel tercihleri nasıl adil yaşama doğru
yönlenebilir?
İnsan yapısına baktığımızda ne kadar garip ve zor şeyleri alışkanlık
ve yaşamının bir parçası haline getirdiğini görebiliriz. Sigara dumanını
ilk kez ciğerlerimize çektiğimizde, ilk alkol kadehini yudumladığımızda
neler hissettiğimizi unutmak mümkün mü? Yanmakta olan bir yığın çöpün
üzerine yaklaşıp dumanını içinize çekebileceğinizi düşünebilir misiniz?
Sigara içme alışkanlığı bundan farklı bir şey mi? Ama bugün bunları
yaşama biçimi haline getiren insanların sayısı, nelere alışabildiğimizin
bir kanıtıdır. İlk okuma yazma öğrenmede parmaklarımızın nasıl
ağrıdığını, deftere çizgiler çizmekten ne kadar bunaldığımızı hep
hatırlarız. Ancak bu gün bunu istekle sürdürmeyi bir değer olarak
görüyoruz. Bir şampiyon tonlarca ağırlıkları kaldırmak üzere antrenman
salonlarında harcadığı zamanını, yaşamayı düşündüğü birkaç saniyelik bir
şampiyonluk için kullanır. Şampiyonluğu tercih etmek bir yaşama
biçimini tercih etmekle gerçekleşebiliyor.
Adil yaşam biçimini benimsemede en kalıcı etkiyi aile ve okul
sağlayabiliyor. Çocuğun okul öncesi ve ilköğretimin ilk yıllarındaki
doğal süreç, egosantrizm dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde
çocuk kendini yaşamın merkezinde görme ve algılama dönemindedir. Böyle
olmasına rağmen dış etkenlere çok açıktır. Bu sürede çocuk dış denetime
bağımlıdır. Yaşam boyu değişmeyecek yapılanmanın gerçekleştiği “kritik
dönem” ya da “iz bırakma dönemi” olan bu süreç, aile ve ilköğretimin
sorumluluğundadır. İşte burada atılacak adil yaşam tohumlarının, yaşam
boyu meyvesini verebilmesi mümkün olabilmektedir. Bu süreçlerde çocuğun
yaşamında yer eden kahramanlarının etkisi yüksektir. Örneğin: Çocuğun
annesi, öğretmeni, daha sonra örnek aldığı sporcular liderler gibi
önemli kişilerin çocuğun yaşam biçiminde %58-67 etkili olduğu yapılan
araştırmalarda ortaya konulmuştur. Çocuk ailesinin uyguladığı yaşam
biçimini uygulamaktan zevk alıyor. Öğretmeni ya da antrenörü gibi
davranmayı seviyor. Eğer aile ve çocuğun yaşamındaki “önemli kişiler”,
adil bir dünya kurmuşlar ve ondan zevk alıyorlarsa çocuk da aynı
şeylerden zevk alabiliyor. Unutulmamalıdır ki çocuğun kendi kalıcı
yaşamını düzenlemesine en çok yardımcı olan sözler değil,
davranışlardır. Antrenör rakip antrenör ve sporculara adil davranış
örneği verirse o antrenörün sporcuları da aynı davranışları
sergilemekten hoşlanacaklardır.
Gerçekten adil bir dünya gerçekleşebilir mi? Bu belki de bir ütopya.
Ancak daha yaşanabilir bir dünya kurulabilir. Bu yaşama biçiminin
gerçekleşmesi bir ideal bir amaç olabilir. Biz bu amacın belli başlı
hedeflerinin gerçekleşmesinde aile, öğretmen ve çocuğun yaşamındaki
“önemli kişiler”in etkili olacağını biliyoruz. Buradan hareketle fair
yaşam felsefesinin gelişiminin, bu odakların gelişimine bağlı olduğunu
iddia etmemiz mümkündür.
Toplumun fair yaşam düşüncesinin geliştirilmesi, yukarıda da
belirtildiği gibi aile ve eğitmenlerin işbirliği ile sağlanabilir.
Burada en etkili yol da ailenin katılımını sağlamaktan geçer. Aileler
çocuklarını eğitimcilere göndererek onların eline önemli bir fırsat
sunmaktadır. Çünkü her ailenin çocuğu onlar için çok önemlidir. Çünkü
onu kendi gelecekleri olarak görürler. Yemez yedirir, giymez
giydirirler. Bu önemli gördükleri varlığın gelişmesi de onlar için çok
önemli olmalıdır. İşte burada eğitim kurumları aileyi eğitmek için de
önemli bir fırsat yakalarlar. Eğitim, çocuğu aileden koparmamalıdır.
İkisi ayrı birer kurum değil bir bütünlük içinde çalışmalıdır. Çocuk
adil davranış kalıplarını benimserken ikilem yaşamamalıdır. Bu
değerlerin oluşmasında eğitim kurumu sorumlu kurum ve eğitimciler
alanlarının güvenilir uzmanlarıdır. Doğru davranış kalıplarının
oluşmasında aileye ve çocuğa yetkili rehberlikte doğru donanımına
sahiptirler. Yapılması gereken bu uzmanlıklarını aile ile birlikte
oluşturulacak iyi planlanmış bir programla sürdürmek olacaktır.
Okullarda yapılacak fair play etkinlikleri aileleri de içerecek
şekilde düzenlenmelidir. Bu çalışmalarda okul aile birliği önemli rol
almalıdır. Hatta tamamen okul aile birliği tarafından organize edilmesi
sağlanmalı ve bu konudaki uzmanların yardımı istenmelidir. Beden
eğitimi öğretmenleri program uzmanları alanın pedagogları onların
hizmetinde olabilir. Aile birliği sahip çıktığı takdirde çalışma ve
çabaların daha etkili ve kalıcı olabileceği düşünülebilir.
Böyle bir Fair play ya da fair yaşam programı içinde neler olabilir?
Öncelikle iyi bir bilgilendirme ve heveslendirme ile başlamalı. Sora
tüm ailenin katıldığı bir fair play ya da daha sonra geliştirilecek bir
fair yaşam anketi(testi) uygulanmalı(Örn:Fair Play Quiz-European Fair
Play Movement). Elde edilen sonuçlar aileler ve çocukların tartışmasına
açılmalı. Toplantılara katılamayan ailelere mektuplar, dokümanlar ve
bilgilendirme yazıları gönderilmeli. Ailelerin başarıları
ödüllendirilmelidir. Bu etkinlikler okulun tüm personeline
yaygınlaştırılmalıdır.
Yaygınlaştırmada bir başka yaklaşım olarak da Fair yaşam
dedektiflikleri önerilebilir. Ancak bu dedektiflikler ailelerin ve
çocukların, fair yaşam(olumlu) tutum ve davranışlarını yakalamak için
olabilir. Kesinlikle olumsuz yaşam tarzını bulma ve cezalandırma üzerine
kurulmamalıdır. Bilgilendirmenin sürekli ve güvenilir olması çok
önemlidir. Dikkatli ve iyi organize edilmezse adil bir uygulama
olmayabilir.
Toplumsal gelişim için “Fair Play” etkinlikleri, sadece Play
boyutunda değil, fair yaşam boyutunda ele alınmalıdır. Oyun, fair yaşam
biçiminin gelişiminde ancak bir araç olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder